RUMELİ COĞRAFYASINA YOLCULUK (1)
Şimdi ister misiniz sizinle bir yolculuğa çıkalım. Tarihimizden, kültür birikimimizden, folklorumuzdan hareket ederek şöyle bir Balkanlar’a, Rumeli’ye uzanalım;
“Çıkayım gideyim Urumeli’ne
Arzuhal vereyim Beylerbeyi’ne” demişler.
Biz de Meriç nehrini aşıp Kuzey Yunanistan Atlası’nda gezinelim. Burası Makedonya’dır. Burası yalçın dağlarından sellercesine akan dereleriyle, bereketli toprakları, yemyeşil ormanları ve birbirinden güzel şehirleriyle Osmanlı Devleti’ne beş yüz yıl yar olmuş Rumeli coğrafyasıdır…
Rumeli’nde önce, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in oğlu Orhan Bey’i görürsünüz; 1354’te Gelibolu’yu fetheden, Osmanlıları Balkanlar’ın egemeni haline getiren ilk adım… Ardından, Balkanlar’da çok hızlı bir şekilde Osmanlı yayılması başlayacak ve yüz yıl gibi bir sürede Balkanlar’ın fethi tamamlanacaktır.
Rumeli, Anadolu ile beraber, Osmanlı İmparatorluğu’nun iki Beylerbeyliği’nden biri. İkisi bir araya geldikleri zaman, Devlet-i Aliyye’nin temel teşkilat şemasını oluşturuyorlar. Belki ilk duyana garip gelebilir, Rumeli Beylerbeyi Anadolu Beylerbeyliği’nden rütbe, makam ve unvan olarak daha büyük, yani hiyerarşide daha önde yer alıyor. Çünkü Osmanlı Devleti, arkasını Asya’ya ve Doğu’ya, yüzünü Avrupa’ya ve Batı’ya dönmüş bir devlet. O kadar ki Anadolu’ya bile “Diyar-ı Rum” demiş. Avrupa’nın yani Rumeli’nin başlangıcı saymış.
Osmanlı Devleti, Rumeli’yi o kadar benimsemiş ki Selanik’in Şam’dan, Üsküp’ün Bağdat’tan, Filibe’nin Halep’ten bir farkı yok. İşte onun için çıkarlar giderler Urumeli’ne, arzuhal verirler Beylerbeyi’ne…
Rumeli’nde Yaşam
Bugün vatan sınırlarımız içinde olan bazı yerler alınmamışken Rumeli Türk yurduydu. Osmanlı, İstanbul’dan önce fethedip yurt edinmiş Rumeli’yi. Balkanlar’ı Türkleştirmek için Anadolu’dan özellikle Konya ve Karaman yöresinin Türk göçmenlerinden uyumlu aileler getirilerek bu topraklara yerleştirildi. Bu olaya “Şenlendirme” deniliyor. Çok çalışkandı Türk göçmenler. Büyük bir medeniyet yarattılar ve Balkan Yarımadası’nı birbirinden güzel camiler, medreseler, hamamlar, mektepler, çarşılar, köprülerle bezediler. Rumeli, o dönemde belki Anadolu’dan bile daha cazibeli bir diyar idi…
Türkler, Osmanlı halklarından Yunan, Bulgar, Arnavut, Sırp ve Makedon gibi azınlıklarla yüzyıllarca uyum içinde yaşadılar. Rumeli şehirleri çeşitli dillerin ve dinlerin huzur içinde yaşadığı çok renkli bir mozaikti. Halklar birbirinin gelenek ve göreneklerine saygı gösterir, kalem minareli camilerde ve çan kuleli kiliselerde ibadetler özgürce yapılırdı. Yoktu birbirinden farkları. Ne Hasan Rum Yorgi’den, ne de Rıza Efendi Bulgar Zole’den üstündü! Güneşin sofrasına oturmuş renkli bir yelpazeydi onlar.
Müslüman Mahallesi, şehrin üst tarafında kurulmuştu. Her Müslüman Mahallesinde bir fırın ile kalem minareli bir cami karşılardı gelenleri. Evleri sokaktan ayıran insan boyunu aşan kirece boyalı beyaz duvarlar, hem evleri hem içindekileri kale gibi korurdu. Haremlik ve selamlıklı evler, küçük bir kapısı olan bahçe duvarlarıyla birbirinden ayrılır, evin hanımı ferace giymeden bu kapıcıklardan geçerek sokağın bir başından sonuna kadar giderdi. Bu güzel bir dayanışma örneğiydi.
Rum Mahallesi ise aşağıdaydı. Hükümet binası ve resmi yapılar, dükkânlar, lokantalar, oteller hep Rum mahallesinin içindeydi. Trenler buradan kalkar, çınarlı ağaçlı meydanlardaki kahvelerde Türk’ü Rum’u birlikte otururdu. Müslüman evlerinin aksine Rum evleri sokağa bakan iki katlı taş binalardı. İkinci katın balkonlarında ve pencere içlerinde türlü türlü çiçek saksıları dizilir, pencerelerini panjurlar örterdi.
Türkler, rençperlik yapar, bağ bahçe işleriyle ve sürüleriyle uğraşırlardı. Rumeli, tütün yatağıydı. Birinci kaliteden yetişen tütünler, denizler aşırı ülkelere ihraç ediliyordu. Beyler, ağalar hep tütün zenginiydi. Rumlar ise ticaret yapar, resmi kurumlarda çalışırlardı.
Zaman 20. Yüzyılın ilk çeyreğidir ve Rumeli’nde Türk bayrağı dalgalanmaktadır hala…
FİRDEVS TUNCAY
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!